Ekonomi Notları - 19
(Hasan Ersel, Açık Radyo'da 15 Ağustos perşembe günü saat 08:30'da yayınlanacak Ekonomi Notları programında, Nobel ödüllü iktisatçı Joseph E. Stiglitz 'in yeni kitabında sorguladığı küreselleşmeyi tartışacak...)
Ömer Madra: Bugün iç ve dış pek çok mesele var, önce Latin Amerika’da neler olduğuna kısaca bir göz atalım istersen?
Hasan Ersel: Latin Amerika hakkında birkaç şey söylemek isterim. Çünkü oradaki gelişmelerden bir tanesi, Brezilya’da olanlar, bizim için de önemli. Brezilya seçime gidiyor bizim gibi ve bu arada Brezilya ekonomisi ile ilgili giderek kaygılar artıyor.
Bu olayda kaygıları arttıran faktörleri incelerken biraz dikkat etmek gerekir. Çünkü söylem şu: Brezilya’da başkanlık seçimine giden adaylardan ikisi sol taraftan İşçi Partisi adayı Da Silva ve Emek Cephesi adayı Gomez, IMF ile olan ilişkilere, yapılan programa karşı çıkıyorlar, iç borcun çevrilmesine önem vermiyorlar, deniyor. İşin bu sadece bir kısmı…Üstelik bana fazla abartılan bir kısmı gibi de geliyor… İşin özünde Brezilya önümüzdeki yılın ilk üç ayında çok büyük iç borç ödemelerinin olması ve bu durumun iç borcun ödenememesi olasılığını cidid biçimde yükseltmesi yatıyor. Yeni Cumhurbaşkanı o insanlardan biri de olsa, ya da şimdiki iktidarın adayı Serra da olsa, bu borç ödenemeyebilir. Teknik bir sorun…
ÖM: Bu işin sağı solu yok yani?
HE: Evet, çok büyük bir borç var, onu çevirmek de büyük güçlük var.
Şerif Erol: Yalnız bugün IMF’den Brezilya’ya 30 milyar dolar borç vaadi haberleri var ki, bunun 24 milyarının önümüzdeki sene dağıtılacağı söyleniyor. Bu bir fayda sağlayabilir mi, ya da ne kadar değiştirir?
HE: Sağlar. Çünkü Brezilya şu anda IMF’den aldığı paranın tamamını henüz kullanmış değil. 10 milyar dolar civarında bir parası var bu sene için, kullanabilir durumda. Brezilya’nın büyük sorunu gelecek sene…Glecek sene yardıma ihtiyacı var. Dolayısı ile böyle bir anlaşma olursa, Brezilya biraz rahatlar.
Brezilya'ya ilişkin garip şeyler oldu, anlamak da kolay değil…, Çünkü ABD'nin Hazine Bakanı O’Neill “biz parayı vereceğiz, sonra o paralar sağa sola savrulacak, İsviçre bankalarına gidecek” gibi pek de kibar olmayan bir konuşma yaptı. Tabii soğuk bir hava esti ortalıkta. Sonra O'Neill dönüş yaptı “Brezilya IMF ile anlaşırsa iyi olur, destekleriz” dedi. Yani ABD politikalarına ilişkin söylemde bir yalpalama oldu. Anımsayacaksınız, Türkiye bağlamında da benzer bir olay yaşamıştık. O’Neill o zaman da önce böyle bir tavır aldı, sonra “İyidir, Türkiye’ye yardım etmek gerekir” dedi.
Bir nokta daha var, Latin Amerika ekonomileri arasında ticaret, ekonomik ilişkiler gelişmiş; göreceli olarak söylüyorum tabii. Her ne kadar Avrupa kadar değilse de Ortadoğu ülkelerinden çok daha fazla. Bu ülkeler birbirleriyle ticaret yapan, turizm faaliyetleri olan, sermaye hareketleri olan ülkeler. Onun için birinde bir sorun olunca ötekiler de bir müddet sonra etkileniyor. Uruguay sorunu da böyle. Dolayısı ile Latin Amerika’da birisinin ayağının sürçmesi çok büyük zarar doğuran bir şey. Bir müdahale gereği bu nedenle de önem kazanıyor.
Fakat galiba bütün işleri oturup bir daha düşünmek gerekiyor. Ciddi bir sorun var, herkes birden sürçemez ki…Herkes birden hatalı olamaz diye düşünüyorum.
ÖM: O zaman, sisteme ilişkin bir genel değerlendirmeye ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor galiba.
HE: Evet, sistemik bakmak lazım. Yani mevcut dünya düzeninde her şey kötüdür anlamına söylemiyorum ama bir şeyler de yanlış galiba. ÖM: Çünkü birbiri ardından, birçok gelişme oldu, zincirleme... Brezilya Latin Amerika’da muazzam büyüklükte bir ülke, bölgenin en büyük ekonomisi, coğrafi olarak da öyle, ama Arjantin ve arkasından Uruguay’ın da ek yardımlara ihtiyacı belirdi, orada da bankalardan para çekme işlemleri durduruldu. Bir takım gösteriler ve şiddete varan olaylar da oldu. 1,5 milyar dolarlık da alelacele bir yardım çıkarıldığı da haberler arasında yer alıyordu. Dediğin çok doğru görünüyor bana, sisteme ilişkin yeniden değerlendirme yapma zamanı geldi.
HE: Belki de geçiyor. Eleştirenler kaç zamandır yapıyorlar bunu.
ÖM: Onu söylemek istememiştim... Bu konuyu zaten etraflı bir şekilde ele alacağımızı kararlaştırmıştık bu konuda seninle tam bir mutabakatımız var:z Ev ödevimi ben de kendi payıma azıcık yapmaya çalışıyorum ama, şimdi Türkiye’de artık seçim gündemde. Bu ekonomik programların seçimde oynayacağı rolü konuşacağız. Ondan önce iki kelime ile enflasyonun yükselme görüntüsü ortaya çıktı, bunun değerlendirmesini alabilir miyiz?
HE: Bu seçim ortamı için de önemli zaten…Çekirdek enflasyon dediğimiz özel sektör imalat sanayi fiyat endeksi %4.1 arttı bir ay içerisinde. Bu çok rahatsız edici bir rakam kendi başına, çünkü çok yüksek. Tabii TÜFE 1.4 arttı diye rahat edebiliriz istersek. Yalnız anımsatayım, bu çekirdek enflasyon özel kesimin ürettiği malların fiyatları ile ilgili, TÜFE ise tüketicinin aldığı fiyat. Bir malın maliyeti artmasına rağmen onu satan perakendeci satamıyorsa, kârından taviz vererek fiyat artışı yapmayabilir. Dolayısı ile maliyet artışları TÜFE'ye yansımaz ya da yansıması gecikebilir. Çekirdek enflasyon bu nedenle önemli. Bu maliyet artışı olmuşsa er veya geç tüketici fiyatlarına yansıyacak.
Bu rakamın yüksekliği nedeniyle bir paniğe düşmeli miyiz? Enflasyon rakamlar yayınlandıktan birkaç gün sonra –aslında çok çabuk, 3 gün sonra- Merkez Bankası faiz indirimi yaptı. Oysa enflasyonun azdığını düşünseydi faiz indirimi yapmaması gerekirdi.
Temmuz ayı fiyat artışlarını etkileyen epeyce geçici etmen var. Haziran’dan itibaren başlayan belirsizlik, kurlardaki hızlı hareketler, özel kesimin fiyatlarını arttırmasını zorunlu kıldı. Demek ki Merkez Bankası bunun devam etmeyeceğini düşünüyor."Bir şok geldi, bir miktar TÜFE’ye yansır ama kalıcı olmaz" diye düşünüyor. Bana da biraz öyle gibi geliyor.
Yalnız bu olay bir şeyi daha gösteriyor: Fiyat serilerimiz bu yıl da çok oynaklık gösterdi ve hiç de istikrara gelmiş gibi gözükmüyor. Yani biz “enflasyonu aşağı indirmeyi başardık” demekten çok uzağız.
ÖM: Bunu söyleyebilme durumunda değiliz yani.
HE: Merkez Bankası da söylemiyor. Her an başını yukarı kaldırabilecek bir enflasyon eğrimiz var. Bu da şu açıdan önemli, seçimlerle ilgili, seçim atmosferinde yapılabilecek bir hata ekonomiyi sıkıntılı bir yere götürebilir. Onun için de “seçim ekonomisi yapmayacağız” derlerken politikacılar iyi bir şey söylüyorlar… Ama, aslında başka da çareleri yok, yaptıkları anda ortalık çok karışabilir çünkü.
ÖM: Çok önemli bir mesele.
ŞE: Şu soru akla geliyor o zaman, Milliyet’in haberine göre dünkü bakanlar kurulunda 2 katrilyon ödenek istemiş bakanlar ve Derviş “imkansız, ama yapacağınız şu olur, bu tür ödenek taleplerini siz Başbakanlık’ta toplarsınız, biz size nakit durumunu bildirelim, siz kime dağıtırsanız dağıtın itirazımız olmaz. Ya da ek bütçe hazırlarız bu da ekonomik programı bozar” demiş.
HE: Ben de bunu kastettim. Politikacılar “uyacağız” deseler bile söz verdikleri hizmetleri götürmek konusunda ısrarlı olacaklardır.
ÖM: Yani “seçim atmosferinde yapılacak hata yansır” derken bunu mu kastediyordun?
HE: Burada “boş verin, geçici süre içinde söz verdiğimiz yapmaya öncelik verelim” dendiği anda bu fiyat serileri ve ekonomideki diğer göstergelerin bana ima ettiği şu ki, derhal sıçrayabilirler. Enflasyon inmekte iken, çıkmakta olduğu bir alana gidebilir, reel faizler daha da yükselebilir. Bunlar olur ve çok çabuk da olur, o yüzden de hükümetin bu yönde yapabileceği bir hatanın maliyeti fazla olur diye düşünüyorum. İnşallah hükümet böyle bir hata yapmaz diye de içimden geçiriyorum.
ÖM: Bir de genel olarak ekonomik programın sorumlusu Derviş’in giderek de gündemde ön planda yer tutmaya başlayan siyasi tavrı... bunun seçimlerdeki yansıması nasıl olacak?
HE: Sayın Derviş’in yapabileceği bir şey var gibi geliyor bana…O da bir iktisadi reform konusunda (bana önemli geliyor) tarafların ortaya çıkmasını sağlamak. Yani kimler bu reformların devamından yanadır, onların temsilcisi olan parti ya da partiler hangileridir? Kimler bu reformların devamından kaygı duymaktadır, “böyle olmasın” demektedir? (Bu kişiler kötüdür anlamına söylemiyorum. Başka türlü düşünüyorlar) Onlar da öbür tarafta, öbür partiler grubunda yer alsınlar.
Bu meselenin ortaya çıkıp çıkmaması niye önemli? Siyasi parti davranışlarını inceleyen bir dal var siyaset biliminde, esasında iktisatçılar da işin içine giriyor, matematiksel bir dal… Okuması da zor oluyor söylediklerinin. Bu dalın öncülerinden Anthony Dawns isimli Amerikalı bir araştırmacının 1957'de Economic Theory of Democracy adlı bir kitap yazdı ve parti davranışlarını inceledi. Dawns'ın kurduğu çerçevede partilerin tek amacı olabildiğince çok oy almak ve iktidar olma olasılıklarını ençoklamak.
Dawns bu durumda partiler nasıl davranır diye bakıyor. Bulduğu şu: Partiler seçmenlerin görüşlerinin ortasına doğru yöneliyorlar. Seçmelerden birisi “reformu çok istiyorum” diyor, öbürü “olsa da olur”, bir başkası “hayır” diyor. Dawns’ın gösterdiği şu, bu durumda partiler, nereden başlarlarsa başlasınlar “olsa da olur”a yaklaşırlar.
Bana Türkiye için Dawns'ın modeli geçerliymiş gibi geliyor. Türkiye'de partilerin ciddi iktisat programları yoktur, sadece genel laflar vardır…Aşağı yukarı bizim mizah dilimizde de “Vatan, Millet, Sakarya” biçiminde özetlendiği gibi… “İktidara bir gelelim, durum ne gösterirse ona göre bir şeyler yaparız” mantığı hakimdir. Bu durumda da partilerin iktidara geldikten sonraki davranışlarına bakarak fırsatçı (oportünist) partilerdir demek mümkün. Niye? Çünkü iktidara geldikten sonra durum neyse ona gör birşeyler yapıyorlar.
ÖM: Evet, “serbest dalgalanma”ya bırakıyor fikirleri.
HE: Bu söylediğim Dawns modelinin bir yorumu … Bir başka yorumu ise partilerin milletvekillerine söz geçirmekte zorlanması. Çünkü onlar seçilebilmek için ortaya kayıyorlar, yerel ortalama seçmenin isteklerine yöneliyorlar. Bu da partinin programına uymayabiliyor. Bu galiba dar bölge seçim sisteminin olduğu durumlarda daha önemli. Türkiye'deki durum ilk yoruma daha çok benziyor bence…
Partiler başka nasıl davranabilir? Söz gelimi Avrupa’nın klasik partilerinde olduğu gibi bir durum söz konusu olabilir.
Diyelim ki benim ben reformları istemiyorum, "bu reformlar benim durumumu bugünkü korumacı düzene oranla daha kötüye götürecek" diye düşünüyorum. Bir parti gelip diyebilir ki “ben senin çıkarlarını koruyorum”. Dolayısı ile partinin yöneldiği kitle “bu reformlar beni kaygılandırıyor” diyenlerdir, parti bu çıkar grubunu temsil etmektedir. (Çıkar grubunu da kötü anlamda kullanmıyorum tabii.)
Donald Wittman 1970lerde incelemiş bu tür modelleri. Ama bu tür parti fikri Seymour Martin Lipsett'e kadar uzanıyor. Böyle olunca partilerin bir kısmı reforma karşı, bir kısmı da reformu destekleyenler olacak.
Seçmenlerin bu konudaki fikirlerinin ne olduğunu, nasıl dağıldığını kesin olarak bilinmiyorsa, Wittman'ın üzerinde durduğu siyasal parti modelinin verdiği sonuç Dawns'ınkinden çok farklı oluyor. (Bu belirsizlik olayının teknik açıklaması biraz karışık. Ona girmeyeyeim. Ama Türkiye'de koşullara uygun gibi geliyor bana. Seçmenin tercihlerini pek bildiğimizi sanmıyorum. Bu anket bilgileri kamu oyuna duyurulsa da duyurulmasa da böyle)
Dawns'ın modeline uygun davranan siyasal partilerin oluşturduğu bir ortam söz konusu ise bu partiler alabilecekleri oyu ençoklamak için ortanca /medyan) seçmenin tercihine yaklaşıyorlar. Özetle sonuçta aynı şeyi, söylüyorlar. Bunlar da bazı genel sözler oluyor. Buna karşılık partiler Wittman tipi hareket ederlerse, yani bir kısmı “benim tavrım şudur, reformları şöyle şöyle yapacağım, ileride böyle olacağım” ve karşı olanlar “hayır bu reformları yaparsak memlekette şu şu sakıncalar olur, onun yerine ben böyle böyle yapacağım” dediği durumda partiler ayrılıyorlar, farklı yönlere gidiyor, politik önerileri ve hitap ettikleri kitle değişiyor.
Şimdi, eğer gündem değiştirilebilir, “şu konu temeldir” denilebilirse, ve tüm partileri Wittman'gil davranmaya zorlayan bir ortam yaratılabilirse o zaman Türkiye’de şimdiye kadar ki seçimlerde görmediğimiz bir tartışma olabilir. Bu durumda da eski oy desenleri geçerliğini korumayabilir. Kimin kime oy vereceği de pek belli olmaz. Çünkü reformlar konusundaki görüşlerin dağılımı ile eski parti yakınlıklarından farklı olabilir.
Bu gerçekleşebilirse, nümüzdeki seçim ilginç bir sonuç verir. Ama bu yapılamazsa bence üç aşağı beş yukarı eskisi tekrarlanır… Anımsayacaksınız, daha önceki konuşmalarımızda ben hep “seçimler zamanında yapılsın” diyordum. Bunun da nedeni, bu fikirler daha iyi ortaya çıksın, reform konusunda bir şeyler yapılsın, yapılanları beğenen beğenmeyen ortaya çıksın, partiler biraz daha bu konularda kamuoyunu aydınlatıcı yönde hareket etsinler diye istememdi. Dün akşam televizyonda Sayın Yılmaz vardı, “siyasetçinin görevi, seçmenin iyi oy verebilmesi için aydınlanmasını sağlamaktır” diyordu. İnşallah yaparlar.
Ben bu arada iktisadi reformu ülkenin en önemli sorunu olarak seçtim. Tabii böyle düşünmemek de mümkün olabilir. Bana önemli gibi geliyor.
ÖM: İktisadi reform odaklı bir çeşit referandum olamasa bile tek odaklı bir yere doğru gidilip gidilmeyeceği meselesi. Peki senin kanaatin nedir? Şimdiden söylemek biraz erken ama, nasıl ve hangi seçmenden, bu sözünü ettiğin iki modelden hangisinin egemen olmasını tahmin ediyorsun?
HE: Benim tahminim süre çok az, hazırlıklı da değil kitleler, eğer çok istisnai bir gelişme olmazsa (meclisin son zamanlarındaki çalışmasına benzer istisnai bir çalışma temposu tutturulması gibi) Dawns modeli ile devam edecek Türkiye.
ÖM: Ortada buluşacağız gene. Havanda su dövme, bir de tabii çok önemli bir dış etkenden de bahsetmek gerekiyor bu bağlamda: Irak’ta savaş etkeni de gözardı edilmemeli...
HE: Tabii, kabul etmek lazım ki, hiç olmazsa kısa dönem için, dikkati dağıtıyor. Bambaşka bir sorun ortaya çıkıyor, üstelik küçümsenecek bir sorun da değil. Savaş olursa çok şey değişebilir, çok büyük zararlar gelebilir, öyle olunca da doğal olarak en basitinden birden fazla konunun olduğu bir ortama giriyoruz.
Üstelik, bu konuda bir siyasal partinin iktidara geldiğinde kolay kolay etkili olması da olanaklı değil. Türkiye’nin bile çokaz ağırlığı var bu konuda…Ben savaş olasılığına koşulları değiştiren bir dışsal olay diye bakıyorum.
ÖM: Ben de o açıdan söylemeye çalışmıştım. “Ortada buluşmak”, tabii oldukça umut kırıcı bir model olarak karşımıza çıkıyor diyebiliriz.
(8 Ağustos 2002 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)